25 Aralık 2011 Pazar

Ahmet Haşim: "göllerde bu dem bir MANGO olsam(!)"


"Şahsiyetinin büyük çizgilerinden biri, fantezi tarafıdır. Nadir, acayip, hususi çizgileri olan şeylerden hoşlanırdı. Mango meyvesi de bunlar arasındaydı; hiç görmemişti fakat çok sık bahsederdi."


Ahmet Hamdi Tanpınar




9 Kasım 2011 Çarşamba

edebiyat ve sonsuzluk


Micheal Ende'nin meşhur fantastik romanı "Bitmeyecek Öykü" bile bitiyorsa, gün gelir her şey biter-yiter gider...


26 Ekim 2011 Çarşamba

Van İçin Çadır Vakti

Selamlar,

şöyle bir durum var: http://hurdasanat.com/blog/?p=927

Her durumda sizden ricamız, eğer merakınızı celbederse, bu işin taliplerine ulaşmasına vesile olmanız.

Selam ve muhabbet,

Ekmek Mushaf Ekibi.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Hakikat Yolcusuna ve Bir Arkadaşa Bakıp Çıkacak o,Olana Bir Mesaj

Hakikat ve Hal kitabından bir not

Not 1:Bazılarınız burada hakikatı arıyormuş, o burada değil! taşındı gitti. Bize bir haber filan da bırakmadı. Hem ben ihtiyarım, rahatsız etmeyin beni. Hem hakikatı isteyeceksin hem de bunu bu parayı vererek yapacaksın. Hadi ordan! ben şimdi sana nerden bulayım hakikatı. İçerde filan da yok.

Not 2: Bilge ve ixtiyar bir teyzeden;

10 Ekim 2011 Pazartesi

Post-tweet Eleştiriler


Görüyoruz ki insanlar ellerindeki metinleri doğru düzgün okumuyorlar.
Okumayı da bırakın, bir de rahatlıkla "ahkam" kesiyorlar.
Hem de (kötü niyet gibi olmasın ama) amaçlarını da gayet ortalığa dökerek yapıyorlar bunları.

Neyse işte, ben çayıma bakarım!



2 Ekim 2011 Pazar

Kafa Dengi - İlk Bölüm

Gökdemir İhsan'lı yeni Kafa Dengi'nin ilk bölümünün ilk parçasıdır, gerisi de youtube'ta mevcuttur:



(Not: İzle, izlet, izletin, izlettirin, izzet altınmeşe!)




1 Ekim 2011 Cumartesi

Kafa Dengi

Gökdemir İhsan 1 Ekim Cumartesi (bugün) 23:30'da Kanal24'te Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf'la "Kafa Dengi" için vira bismillah diyor. Temenni ve eleştirilerinizi bekliyor. İzlemeyeni, paylaşmayanı, izletmeyeni dövüyorlarmış. İyi çalışın, sınavda çıkacak.

26 Eylül 2011 Pazartesi

İMKÂNSIZ ÖZERLİK / Türk Şiirinde Modernizm – YALÇIN ARMAĞAN



İnanıyorum ki, hepimiz şu konuda anlaşabiliriz: “Katı olan her şey buharlaşıyor.”
Marx’ın dünya literatürüne kazandırdığı bu olağanüstü güzel benzetme, “modernizm – modernite – modernlik (ya da her neyse)” söz konusu olduğunda, bu kavramların belirli bir tanımı olmadığından dolayı, hemen imdadımıza yetişir. Her tezin mutlaka kendi anti-tezini yaratacağının bir işareti olduğunu belirten bu söz, Yalçın Armağan’ın da kitabın girişinde belirttiği gibi bir semptom olarak “tanım direnci” gösteren modernizmi bize makul bir seviyede özetleyebiliyor.
İletişim Yayınlarının “edebiyat eleştirisi” serisinden çıkan “İmkânsız Özerklik – Türk Şiirinde Modernizm” kitabında da Yalçın Armağan, “muğlâk” bir kavram olan modernizmi anlatmaya kalkmadan, “katı olan her şeyin buharlaştığı” bir tarihsel anlatı inşa ediyor bize. Kitabın sunuş yazısında belirttiği üzere “Türkiye modernleşmesinin estetik özerkliği imkânsız hale getirecek bir projeye sahip çıktığı” temel iddiasını tarihsel bir “moderleşme” hikâyesi üzerinden anlatıyor. Anlatırken de okura karşı “hace-i evvel” gibi davranmıyor ve böylece okur uzun-akademik bilgiler arasında dolaşmadan, asıl olan meseleden kopmadan ilerleyebiliyor.
Yalçın Armağan, Türkçe şiirde “estetik özerklik” olarak belirlediği sorunun Türkiye’de modernleşmeye bağlı olarak gelişen tepkilerinin üç parametresi olduğunu öne sürüyor kitabın giriş bölümünde: “Divan Edebiyatının İcadı”, “Halk Edebiyatının Keşfi” ve “Özerklik Karşıtlığı”. Bu üç parametreyi kısaca açacak olursak da, şöyle bir tanımlama getirebiliriz:
1- Yeniyi inşa etmek için gelenekten sıyrılmak isteyenlerin, bir “eski” olarak icat ettikleri – aslında hâlihazırda var olan – ve ötekileştirdikleri “Divan Edebiyatı”;
2- Yeni bir kamusal alan yaratmaya olanak sağlayacak, “avam” dilini öne çıkararak Batı modeli kabulünü örtecek bir keşif olarak “Halk Edebiyatı”;
3- Türkçe şiirde “İkinci Yeni”ye kadar göremeyeceğimiz özerkliğin, kimi zaman edebi kanonlarca, kimi zamansa siyasi iktidarlarla geliştirilmiş “Karşıtlığı”.
“Modernizmi Hece’lemek” başlıklı bölüme gelene kadar sorun tespitini oldukça güzel bir şekilde ortaya koyan Armağan, 19. yüzyıldan itibaren inşa edilmeye başlanan/başlanmaya çalışılan modern edebiyatın kronolojik bir dökümünü yapıyor. “Hece-aruz” tartışmalarından “Serbest Vezin”e; “Garip” şiirinden “İkinci Yeni”ye giden yoldaki arayışlara kadar sadece edebiyat bağlamında değil, aynı zamanda bir ülkenin modernleşme sürecine de paralel olarak tahlil ediyor durumu. Ve okura, Türkçe şiirdeki “İmkânsız Özerklik” meselesini apaçık bir şekilde sunmayı başarıyor.
Ve tabii ki kitabın asıl çıkış noktası olan “İkinci Yeni” şiiri. Kendisinden önceki şiir hareketleriyle arasındaki en önemli ve ayırıcı niteliğin özerk bir şiir dili inşa etmesi ve bu dile sonuna kadar bağlı kalması olan İkinci Yeni’nin, özerklik talebinde bulunması dolayısıyla kaçınılmaz olarak bir dirençle karşı karşıya kaldığını belirtiyor Armağan. Bu direnmenin asli nedeni olan değişimi ise şöyle özetliyor: “İkinci Yeni’yle birlikte Türkçe şiirde, ‘görev adam’lığından ‘şair’e, doğanın taklidinden doğanın yeniden formüle edilmesine ve kamusal dilden (dilin özel bir kullanımı olarak) özerk şiir diline doğru bir değişim yaşanmıştır.”
“İmkânsızlığa ayarlanmış” olarak nitelendirdiği İkinci Yeni’nin ortaya çıkmasının siyasi, toplumsal nedenlerinden ve tarihsel olarak temellendirilmesi meselesinden söze başlıyor Yalçın Armağan kitabın üçüncü bölümüne geldiğimizde. İkinci Yeni’nin estetik parametrelerini açıklayarak söze devam ediyor ve Cemal Süreya’nın “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı” meşhur cümlesini alıntılayarak (Orhan Koçak’ın tabiriyle) “yeni edebiyatın kendisi” olan İkinci Yeni’nin içini açıyor bize.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki, “İmkânsız Özerklik – Türk Şiirinde Modernizm” kitabında yapılan tartışma, Armağan’ın kendisinin de belirttiği gibi, yalnızca edebiyat dâhilinde dikkate alınacak bir sorun değil; bir “kültür”ün modernleşme sürecinde analiz edilmesi gereken bir sorun. Ki, Yalçın Armağan bu sorun analizini de layıkıyla sunuyor biz okurlara.


DOĞUKAN İŞLER
Ğ dergisi - Eylül-Ekim 2011, Sayı 13



25 Eylül 2011 Pazar

şiir yazma heyecanı ya da "hormonal" şairlik

Turgut Uyar: (...) Elli yaşından sonra da -tekrar söylüyorum- aynı heyecan var, ama daha temkinli bir heyecan.

Tomris Uyar: Daha "az hormonal" bir heyecan mı?

Turgut Uyar: İnsan hormonal etkilerle şiir yazıyorsa, o otuzunda biter.



("Güvercin Curnatası" - Cemal Süreya İle Konuşmalar, YKY - syf: 56 )

14 Eylül 2011 Çarşamba

11 Eylül 2011 Pazar

Lament for My Cock*

"Sağa baktım olmadı
Sola baktım olmadı
İlk kanı böylece akıttınız"



*1983'te yazılmış beynelmilel ağıdımız.

8 Eylül 2011 Perşembe

Tartışılması Yasaklanan Tartışmalar (I)



1) Oğuz Atay’ın herkes tarafından okunması ve buna kızılması gerektiği.

2) Filozofların çılgın-sıradışı biyografileri.

3) Hangi sigara markası daha iyi, tütün mü sigara mı?

4) Yurt dışına yapılan geziler. (Çarpı 5 kere yasak)

5) Gece içilen biraların sayısı.

6) Dekonstrüksiyon.

7) Deleuze.

8) Blanchot.

9) Sinema öldü mü ölmedi mi? (Herhangi bir şeyin ontolojisi)

10) O grubun demolarının, ipilerinin daha iyi olması.

11) Ülkenin karanlık gidişatı.

12) Mefisto’nun indirim yapmaması.

13) Münir Özkül öldü mü? (Tartışmasız en ölmeyen adam)

14) “Peki sen ontikle ontolojik arasındaki ayrımı biliyor musun?”

15) Ülkede artık kimsenin okumaması (ya da herkesin okuması)

16) Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?

17) Sattılar memleketi sattılar!!11 tartışması.

18) Küçük burjuva radikalizmini kabul etmek istemeyen gençler.

19) Bazı klasiklerin çok sıkıcı olduğu ve bunların okunmasa da olabilirliği.

20) Banu Güven.

21) Elle istimna.

22) Kemalizm.

23) Filmekimi.

24) Bienal.

25) Yan masada Fransızca kitap okuyan güzel kız (Münferit vakalarda izin vardır).

26) Mustafa Amca Jeans’in kalabalığı.

27) “Bu gece bizde kalırsın istersen (ama isteme)”

28) Bandista.

29) Halkın sığlığı. (Ve elbette sizin yüce duyarlığınız)

30) Neden bir eleştiri, felsefe, edebiyat, sinema, müzik, resim, heykel, enstalasyon,

torna, plastik sanatlar, şiir akımları geleneğimizin olmadığı?

31) Hu, beybi!



ps: Sinan Çetin'in 14 Numara filminde yer alan yukarıdaki sahneyi kesip bize gönderen Vanya Xalo'ya teşekkür ederiz.

Kaldırım Destanı



"Şunu bilmen gerekir ki dostum Sancho, tanrı beni bu demir çağında altın çağı geri getirmem için yarattı! Benim kaderim tehlikeler, büyük kahramanlıklar, yiğitliklerdir" Don Quixote, 168

Kaldırım Destanı'nı görünüz:

http://www.facebook.com/event.php?eid=244503585589122

Kaldırım Destanı'nı sahaflardan temin ediniz -galeri mekanında 10 milyonluk kitaplar indirimle 15'e satılmaktadır- :

6 Eylül 2011 Salı

İkinci Ağıt, Die Zweite Elegie, The Second Elegy

“Çünkü bizler duydukça azalıyoruz, bizler
geçiyoruz verdiğimiz solukla; közden köze
hafifliyor kokumuz. Belki biri çıkıp gelecek: Evet,
içimde kan oluyorsun, bu oda ve bahar seninle
doluyor… Neye yarar, bizi tutamaz o da;
onun içinde, onun çevresinde eksiliriz. Ya onlar, güzeller,
onları kim tutabilir? Yüzlerinde o görünüş
aralıksız belirip siliniyor. Bizim olan gidiyor bizden
sabah çimeninde çiy gibi, ısısı gibi
ısıtılmış bir yemeğin. Nereye, ey gülümseyiş? Ey bakış:
Yeni, sıcak, tutulmaz dalgası yüreğin:-
yazık: İşte buyuz biz. Dağılıp eridiğimiz evren
boşluğunda kalır mı ardımızdan bizim tadımız”

kaynak: Duino Ağıtları, “İkinci Ağıt”. Tercüman: Can Alkor

For we, when we feel, evaporate: oh, we
breathe ourselves out and away: from ember to ember,
yielding us fainter fragrance. Then someone may say to us:
‘Yes, you are in my blood, the room, the Spring-time
is filling with you’..... What use is that: they cannot hold us,
we vanish inside and around them. And those who are beautiful,
oh, who holds them back? Appearance, endlessly, stands up,
in their face, and goes by. Like dew from the morning grass,
what is ours rises from us, like the heat
from a dish that is warmed. O smile: where? O upward gaze:
new, warm, vanishing wave of the heart - :
oh, we are that. Does the cosmic space,
we dissolve into, taste of us then?

kaynak: http://www.poetryintranslation.com/PITBR/German/Rilke.htm#_Toc509812216

Denn wir, wo wir fühlen, verflüchtigen; ach wir
atmen uns aus und dahin; von Holzglut zu Holzglut
geben wir schwächern Geruch. Da sagt uns wohl einer:
ja, du gehst mir ins Blut, dieses Zimmer, der Frühling
füllt sich mit dir... Was hilfts, er kann uns nicht halten,
wir schwinden in ihm und um ihn. Und jene, die schön sind,
o wer hält sie zurück? Unaufhörlich steht Anschein
auf in ihrem Gesicht und geht fort. Wie Tau von dem Frühgras
hebt sich das Unsre von uns, wie die Hitze von einem
heißen Gericht. O Lächeln, wohin? O Aufschaun:
neue, warme, entgehende Welle des Herzens -;
weh mir: wir sinds doch. Schmeckt denn der Weltraum,
in den wir uns lösen, nach uns?

kaynak: http://www.rilke.de/gedichte/die_zweite_duineser_elegie.htm

1 Eylül 2011 Perşembe

Reçel ki trajik önderidir kahvaltının





İster Oğuz Atay sonrası oğlan çocuklarından olsun ister Kayıp Ümitler Prensi'nin (Fatih Özgüven'nin muhteşem Çağan Irmak yakıştırması) orta yaşlı ergen adamlar ailesinin fertlerinden olsun, her iki şecereye ait adamların yolları reçelle kesişiyor bir şekilde. Barış Bıçakçı'nın aynı adlı romanından uyarlanan Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmindeki Nihal'in zoraki sevecen genç kız tavırlarıyla evlerinde kaldığı eşşek kadar iki adama reçel-peynir karışımını sevdirmesine mükabil, İncir Reçeli filminde de filmin ismiyle müsemma trajik incir reçeliyle karşılaşıyoruz. Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var diyordu şair ama kahvaltı da reçelden ibaret değil ki arkadaş.

30 Ağustos 2011 Salı

Karl Marx ve Hz. Mevlana'dan Ortak Bayram Mesajı



-bianet, marksist.org ve dünyabizim.com gibi siteler yerine bizi tercih ettikleri için teşekkürü borç biliyoruz-