28 Mayıs 2011 Cumartesi

Küfürbaz Sait ile Köylü Orhan




Biraz haksızlık edildi adama. Yapayalnız bırakıldı. Bir gün Nisuaz’da bir grup adama bir şeyler anlatmak ister. Aslında edebiyat çevrelerine pek girmezdi ama, o gün orada işte. Orhan Kemal’de orada… Orhan Kemal, Sait Faik konuşmak isteyince şapkasını çıkarıyor, Orhan Kemal köylü kökenli olduğu için kapalı yerde şapkayla oturur, köylüler kapalı yerde şapka çıkarmaz ya evet bu sefer şapkasını çıkarıyor, “Sen şapkama anlat” diyor, kendi konuşmasını sürdürüyor. Sait Faik dövünerek çıkıyor. Bir şey de yapmıyor. Horlandı.

Ece Ayhan, Aynalı Denemeler, YKY, 2.Baskı, 2001, s.48

Geminin Biri

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Bodler ve Ampül



"Sembolizm" üzerine verdiği derste Fatih Özgüven hocamız, Baudelaire'i kısaca şöyle tanıtmıştır:

Gitsen Baudelaire'e "Aslında seninde iyi olan yanların var be Baudelaire, hadi gel de şu ampulü takıver!" desen... Hayır, kesinlikle takmaz o ampulü.

Mülksüz Mülkiyeli

Aldırma 128!




"Dokunmayın çocuklara sabah, sabah ulan!"

24 Mayıs 2011 Salı

Gövde

Onun bedeni bir tımarhane.
İçinde çok işçi, deli ve çalışkan!
Onun bedeni bir kule.
İçinde çok basamak, karanlık ve nemli.
Güldürerek çıkarır merdivenlerden,
Ağlayarak indirir aşağı!
Onun bedeni bir küre.
Yüzeyi çok giz, parlak ve akışkan.
Döndürdükçe gösterir çarpılmaz,
Zamana saygılı ve acıyan...


"Bana çiçek göndermeyin, benim kendi çiçeklerim var" diyen 128 Nilgün Marmara

22 Mayıs 2011 Pazar

Hesap, kitap!



"Yüzünde bir yer açılmıştı, kendimi sığdırabileceğim." cümlesinin altını çizmekle kalmıyor, not defterime şu notu düşüyorum: "sayfa 118, kitabın adının geçtiği sayfa!"

Sonra aynen devam okumaya.

"Sızlayan yerlerine boylu boyunca uzanarak yüzünde bir yer bulayım kendime."
Şimdi ise sayfamız 166. yine kitabın adının geçtiği bir cümle.

166 eksi 118 eşittir 48!

Ee?

(Devlet Bahçeli bu işe bir el atmalı!)

20 Mayıs 2011 Cuma

14 Mayıs 2011 Cumartesi

yeniyazı - bahar 2011



Fakirin iki şiiri yayımlandı güzel dergimizin bu sayısında!
Tabii ki Yalçın Armağan Hocam'a büyük sevgi, saygı ve hürmetle...


6 Mayıs 2011 Cuma

Çay ve Bardak ve Diyalektik


Olması gerektiğinden de ufak bir çay bardağında getirince çayı garson, "ücretsiz" kelimesinin aslında bu çay bardağı için oldukça uzun olduğunu düşündüm. Yemeğin üzerine "ikram" edilen çayın mönüdeki adının karşılığında, diğer içecek ve yiyeceklere nazaran rakamla değil harflerle tanımlanması pek hoşuma gitmişti doğrusu. Parasında değilim; ama "çay" sadece ikram edildiği zaman sıcak oluyordu benim için bardağının içinde. Ve fakat bu kadar ufak bir çay bardağının, yalnızca bu lokantanın cimri sahibi için yapıldığı açıkça belliydi.

Garson, minimini bardağı önüme koyup gitti. Küp şekerden olsa olsa iki-üç kat büyük bu bardağa önce bir tane şeker atmayı düşünsem de, taşma olasılığından dolayı şekersiz olarak ve bir yudumda içtim çayı. Yan sandalyeme astığım ceketimi giydim, boş çay bardakçığını da alıp kasaya gittim.

Hesabı ödedikten sonra, kasada duran ve muhtemelen "patron" olan beye:

- İzniniz olursa bu bardağı alabilir miyim? Evde beslediğim yavru kanaryama su vermek için en ideal küçüklükteki kap bu. Ne kadarsa ücreti ödeyeyim!

Adam bu ince şakamı anlamamıştı galiba ki, şöyle yanıt verdi bu ironik soruma:

- Ne ücreti beyefendi, buyurun sizin olabilir bardak.

Bardağı ceketimin iç cebine koydum, teşekkür edip çıktım lokantadan.

(Afiyet olsun!)

5 Mayıs 2011 Perşembe

Karşılaştırmalı Edebiyat - ders I -


























(...) Halit Ziya, insana ve onun ruhsal durumlarına eğilmek bakımından bana benziyor. Ayrıca "Kırık Hayatlar" ve hala "Mai ve Siyah"taki "tutunamayan" tiplerle bir duygu benzerliği de söylenebilir. Ahmet Cemil büyük hülyalarının yanısıra küçük hesapların da etkisiyle sönüp gidiyor.
Halit Ziya'da bana yakın gelen bir yön de, kahramanlarının sürekli olarak kendileriyle hesaplaşmaları. Evet, zayıf iradeleri ve önleyemedikleri kaderleri sonucu bu hesaplaşmadan yenik çıkıyorlar ama, onlar için tesadüflerin oyuncağı denilemez, bilinçsizce kaderlerine kapılıp gitmezler bu insanlar. Olayların akışı içinde ve sonunda içinde bulundukları durumları kendilerine açıklayarak suçlu olduklarını ve sonuçtan sorumlu olduklarını hissederler. (...)

Oğuz Atay - Günlük (8 Nisan 1975)