30 Kasım 2010 Salı

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Ben

Ahmet Arif ne kadar iyi bir şairdir? Tartışılır. Kime ne? Aklıma bir dizesi geliverdi işte: “Akşam erken iner mahpushaneye” Demek ki mevsimlerden kış! Geceler uzun. Geceler kara tren… (Yok, bu Nazan Öncel’den!)

Bisikletle yapılan küçük bir şehir turu. Sonra boş bir sokakta -ki şehrimiz aslında bir taşradır, tüm sokakları yalın- inip bisikletten, kaldırıma oturmak. Çünkü akşam erken inmiş. Dünya denen hapislikteyiz! Ortalıkta ne bir ejderha var ne bir kedi. Hava soğuk, kafada düşünceler, beyin zarımız geniş… Kuzey yarım kürede en sıkıcı zamanlar.

Peki Tanpınar, sen söyle bakalım o zaman: “Ne güzel geçti bütün yaz, / Geceler küçük bahçede… / Sen zambaklar kadar beyaz / Ve ürkek bir düşüncede”.

İşte en güzeli! Hatırlamalı şairleri ve şiirleri. Yoksa kaldırımda oturmak yetmez, cep telefonları yetmez, anne yemekleri ve uzak doğu sineması yetmez!

Bütün neden şu “kara duygululuk” denen halet-i ruhiyem mi? Yani, bilinen adıyla, “melankoli”. O zaman hatırlarım ben de Sabahattin Ali’yi: “Beni en güzel günümde / Sebepsiz bir keder alır / Bütün ömrümün beynimde / Acı bir tortusu kalır”.

Kaldırım soğuk. Son model arabalar gelip geçiyor bazen yanımdan. Sokağımız zengin sokağı, ben de pek fakir sayılmam. Onlar kadar mutluyum, onlar ne kadar mutluysa tabii! Ama sosyal içeriksiz olsun bu gecem, çünkü “çok canım sıkılıyor kuş vuralım istersen” .

“Ben sana düzenli olarak telefon ediyorum” diye başlıyordu bir şiiri Ah Muhsin Ünlü’nün. Başlasın, başlayamaz mı? Ben düzenli olarak telefonuma bakıyorum. Zaman bir türlü geçmiyor, ben inatla saate bakıyorum. Kaldırımlar bana dar geliyor, ben bir yere gidemiyorum. Saçmalamak mı bu, saçma bir romantizm mi, Dadaist bir dışavurum mu? Aman, kime ne!

Kimse bana demesin, sen intihara meyillisin. Selim Işık mıyım ben? Sadece koyu bir “Atay’ist” sayılırım, o kadar. Hâlbuki 29 yaşında Nilgün Marmara, el sallamış hayata. Bir şiiri geldi bak aklıma: “Durma burada artık uysal âşık / Aydınlık milinin yatağında / Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı / Anlayamıyoruz var olduğumuzu gölgesinde ağırbaşlılığının”.

Şair burada bayrağa seslenmiyor, aşikâr. Ben miyim uysal âşık? Ben miyim meşe ağacı, gölge, ağırbaş? Karışıyor işte. Geceler uzun Kuzey yarım kürede. Kaldırım soğuk, kediler uykuda, yapraklar yerlerde, müzik yok. Şiir bir, nedir?

“karanlığı geçelim / karanlığı geçelim / ne uyku / ne ölüm / hem uyku / hem ölüm”. Katılıyorum sana Asaf Halet Çelebi. Sen büyük şairsin, diğerleri duymasın. Karanlığı bana geçirtebilir misin? Ha-ha. Uykum gelmiyor ama. Ölesim hiç yok. Hiç, “yok”tan iyi midir?

O zaman şimdilik yeter bu kadar mola hayattan. Sonsöz olsun. Daha fazla yakmayayım canımı, sol kolum sağ olsun! Bir güzel bağırayım Arkadaş, bir güzel “Merhaba Canım”: “ben az konuşan çok yorulan biriyim”

Bisiklete biner, kendi içimdeki inime giderim.

(Gayrı.)

1 yorum: